İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 1989’dan bu yana düzenlenen 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörlüğünü üstlenen Işıl Kasapoğlu katmanlı bir kurgu ile tasarlanan festivalin içeriği, programlar, devamlılık ve uluslararası arenadaki yaklaşımlar üzerine festivalini çerçevesini aktarıyor. Bu yılın edisyonundaki projeler ile spesifik olarak gençlere, yeni ve alternatif oyunlara, danslara ve yönetmenlere odaklanan festival, radikal bir kapsam ile kendi içinde de çok boyutlu bir dönüşümü başlatıyor. Devlet ve özel desteklerin, sponsorların artması gerektiğini ifade eden Kasapoğlu uluslararası bir sahneden anadolunun tüm ücra köşelerine kadar yayılabilmenin dimağından da söz ediyor. 27. İstanbul Tiyatro Festivali 25 Kasım’a kadar etkileyici ve dinamik projelerle izleyici ile buluşmaya devam ediyor.
Melike Bayık: Bu seneki İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörlüğünü üstlendiniz, 27. Tiyatro Festivali’nin teması, vurguları hakkında genel bir bilgiyle başlayalım isterim.
Işıl Kasapoğlu: Bu yıl özel olarak bir tema seçmedik çünkü dünyanın, ülkenin çeşitli yerlerindeki tiyatroları biçimler üstüne ayırmaya çalıştık. Tiyatroda kullanılan hemen hemen bütün biçimleri bu yıl kullanmaya çalıştık. Yani modern danstan klasik dansa, klasik tiyatrodan modern tiyatroya, mask tiyatrosu, kukla tiyatrosu, birtakım performanslar, müzik gibi çeşitli branşlarını bir araya getirdik. İkinci bir konusu da yerli oyunların hemen hemen hepsi sadece bu festival için yaratılmış oldu. Yani festivalimiz bu sayede 10 tane yeni yerli oyun kazandırdı Türk tiyatrosuna. Bir önemli olan şey daha, geçen seneye kıyasla bu sene daha genç arkadaşlarla çalışmaya çalıştık. Aktör olarak veya önleri açılan yönetmenler olarak daha genç bir ekip bulunuyordu.
Melike Bayık: Harika, dediğiniz gibi bu sene hem daha radikal hem disiplinler arası bir yerden bakılıyor. Tiyatronun birçok farklı kulvarından daha biçimsel, formal yaklaşımlar bulunuyor ama bence en önemli olan sizin de altını çizdiğiniz yeni oyunlar kazandırılması ve bu sene daha genç arkadaşlara, bu alanda üretenlere ulaşmış olmanız. Bu sene neden böyle bir taban düşündünüz, neden daha genç kişilere erişmek istediniz?
Işıl Kasapoğlu: Geçen yıl ilk defa festival için küratörlük yapıyordum ve geçen yıl daha çok tanınmış, bilinen insanlara ulaşıyorduk. Bu senenin daha başında açıkçası programı oluştururken "gençler sıra sizde" diye düşündüm, buradan başladım. Oradan itibaren genç projelere daha yoğun bakmaya çalıştım.
Melike Bayık: Geçen sene daha olgun kuşaktan başlayıp bu sene gençlere odaklanan bir program kurguladığınızı söylediniz. Peki, ne gibi proje ve performanslarla karşılaşıyoruz? Hangi oyunlar sergileniyor bu sene?
Işıl Kasapoğlu: Genel anlamıyla baktığımız zaman hepsi içi dolu işler. Benim tiyatroya bakışımda da her zaman o var. Ben tiyatroyu her zaman ikiye bölüyorum. Bir; hoşça vakit geçirtecek tiyatro ve oyunlar ki bunu ticari tiyatro diye düşünüyorum ve hiçbir zaman karşı değilim. Bu oyunlardan seyirci mutlu mesut ayrılır. Bir de bence başka bir yön var public dediğim. Bu tarz işleri; mutlaka bir şeyler anlatması gereken, bir şeyi seyirciyle paylaşması gereken, seyirciye o yolculuğunda eşlik eden oyunlar olarak düşünüyorum. Bu yılki oyunlarımızın hemen hepsinin içeriği çok kuvvetli. Bir yandan terörizmden söz edilirken diğer taraftan İstanbul Mon Amour ile elde edeceğimiz üç ayrı sahnede üç ayrı oyun ve aktörler, diğer taraftan baktığımız zaman “Çirkin” projesi, Zarifi Apartmanı projesi... Bunların hepsi dön dolaş hep toplumun bugünkü sorunları ile yakından ilgili diye düşünüyorum. Yani hepsinin içeriği çok kuvvetli oyunlar olduğunu düşünüyorum. Bize de lazım olan bu. Yani festivallerin de görevleri zaten budur, bu tür oyunları desteklemektir.
Melike Bayık: Bu seneki festivalin paylaştığı oyunlar ve içeriklerle ilgili çok radikal bir tarafı da var çünkü toplumun nabzını tutuyor gibi. Siz yıllardır hem oyuncu hem yönetmen olarak bu alanın içindesiniz, küratör olarak da bu sene programı oluşturdunuz. Uzun yıllardır yapılan 27. Tiyatro Festivali’nden söz ediyoruz, önceki yıllara göre bu sene festival sizce nasıl evrildi, dönüştü?
Işıl Kasapoğlu: Öncelikle, festivaller dünyayı paylaşmak için varlar. Bizim için de öyle. Birincisi; en önemli olan sürekliliği. Ülkemizde çok az şeyin sürekliliği oluyor. Bir takım oyunlar yapılıyor, gruplar kuruluyor ancak üç gün sonra dağılıyor, bitiyor. Festival ise 27. yılını kutluyor. Önce bunun devam etmesi gerekliliği bir “challenge”dı. İkincisi; seyirci takip ediyor mu? Görüyoruz ki seyirci gerçekten festivali takip ediyor ve mutlu. Birçok oyunumuzda yer olmuyor, seyirci tüm salonu dolduruyor. Bu sene her seferinde yeni bir biçim ve içerik ile karşılaşacaklar. İleriki dönemlerde şimdi öğrenci olanların bence dünyayı öğrenmeleri için en önemli verilerden bir tanesi festival. Çoğumuzun yurt dışına çıkıp herhangi bir oyun seyretme ihtimalimiz çok az bu sosyolojik ve ekonomik yapı içerisinde. Oradan buraya gelmiş oyunları seyretmek ve sanat dünyasının nereye gittiğini görmek çok önemli diye düşünüyorum.
Melike Bayık: Katılıyorum size. Hem kültürel çeşitlilik hem de uluslararası projelerin önemli olduğunu vurguladınız, bu sene de yakın zamanda Cafe Müller’i izledik, paylaştık. Bu ülkemiz izleyicisi için gerçekten güzel. Bu tarz bir aradalıkları nerede ne zaman nasıl deneyimleyebiliriz sorusunu sorunca görebiliyoruz ki tiyatro aslında geniş bir biçimde halk tarafından tercih ediliyor. Özel, uluslararası işbirlikleri ile biraz daha uluslararası oyunları Türkiye'ye çekebilmek adına bu noktada bu senenin programına neler planlayabildiniz?
Işıl Kasapoğlu: Mesela bu sene Almanya, Fransa, İrlanda, İngiltere, Yunanistan gibi birçok ülkeden çok güzel oyunlar geliyor. İki tane daha dans gösterisi var bir tanesi Londra’dan bir grubun, bu grubun geleceğin sanatçıları olduğunu ve gerçekten görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ardından bir mask tiyatromuz var. Elbette daha önceden gördüm ama bir daha görmek için sabırsızım. Dünyada başka neler yapıldığını görmek, önümüzde neler olduğunu bilmek önemli çünkü bunları bizler de yapabiliriz. Bunları yapmaktan öte daha da iyisini de yapabiliriz ama mesele bunları hep beraber
görmemiz çok kıymetli. Örneğin Gürcistan'dan gelen sanatçılar ile sahnelediğimiz bir oyun var. O oyuna baktığımız zaman gerçekten bir Tennessee Williams ustasının yaptığı bir oyun olduğunu görebiliriz. Jason gerçekten yüz yıllardır Tennessee Williams üzerine çalışan bir yönetmen ve neredeyse ilk elden bir Tennessee Williams izleyeceğiz. Yunanistan'dan "Baklava Cumhuriyeti" geliyor. O oyunun içinde bir Türk aktörümüz de var. Oldukça güzel, kendi ülkesinde ödüller almış bir oyun. Ondan da çok mutlu olacağımızı zannediyorum.
Melike Bayık: Bu yıl gerçekten apayrı bir program var. Hem çok daha deneysel hem daha radikal hem bir noktada herkesi içine alan, kapsayan bir program hazırladınız. Bunu oyuncularda, izleyicilerde de rahatça görüyoruz. Bu yıl daha gençleri davet etmek, onları yakalayabilmek için nasıl bir keşif süreci geçirdiniz? Genç oyunları, genç dans programlarını nasıl davet ettiniz?
Işıl Kasapoğlu: Zaten gençler oldukça hevesli, festivalde ilk önce onlar koşuyorlar. Ancak şöyle bir şey oldu; Türkiye'de ekonomi o kadar zor durumda ve bize sorunlar çıkarıyor ki, bir salon doldurulsa dahi bilet parasının sahneyi ödeyemediği bir konumdayız şu sıra. Bin kişilik sahnenizi doldurun yine de sanatçıların veya prodüksiyonun masrafını çıkarmak çok zor. Sponsorlarımız, devlet, yerel yönetimler var ancak bu bile yetmiyor. Bilet fiyatlarını biraz daha ucuzlatabilsek daha da fazla gençlere yönelebiliriz bunu biliyorum ama ne yazık ki imkânsız. Bütün sponsorlarımıza rağmen, bilet fiyatlarını minimum halde bile tutsak bu yetmiyor. O zaman yanıt çok net. Bu ülkede, özellikle İstanbul'da festival yapmak istiyorsak ödeneklerin çoğalması, sponsorlukların daha büyük hale gelmesi gerekiyor. Çünkü İstanbul Tiyatro Festivali’ni bütün dünya artık tanıyor. Fransa'dan gelip oyun seyredecek insanlar var. Kentlerimizi, ülkemizi geliştirmek istiyorsak en önemli besinlerimizden birisi sanat.
Melike Bayık: Hemfikirim, özellikle program açıklandığından sonra Cafe Müller'e birçok öğrencim “Gidemem çünkü bilet fiyatı çok yüksek” dedi. Asıl ulaşması gereken kişilere belki de ulaşamıyor. Bu durum tabii ki ülkenin ekonomik dengesiyle alakalı.
Işıl Kasapoğlu: Elbette kim istemez öğrencilerin gelmesini, onlar için yapılıyor neredeyse ancak Türkiye'deki özel tiyatrolar için de festival için de, artık seyircinin ödediği bilet parasıyla sahneye/prodüksiyona ödenecek para çıkmıyor. Mecburen herkes bilet fiyatlarını yükseltiyor. Mecburlar, yoksa tiyatro yapamayacağız. O yüzden hem yerel yönetimin hem devletin hem büyük sponsor şirketlerin biraz daha el vermesi gerekiyor sanata. Bugün Anadolu’da neden yapamıyoruz birçok gösteriyi? Çünkü yol parası artı otel artı salon kirası dediğiniz zaman Anadolu'nun en ücra köşesinde bile biletleri inanılmaz paraya satmamız lazım bunları ödeyebilmek için.
Melike Bayık: Covid-19 salgını sürecinde de gördük birçok özel tiyatro kapanmak durumunda kaldı, yani hayatta kalabilmelerinin zaten ne kadar zor ve ne kadar sadece izleyiciden gelen bilet parasına bağlı olduğunu da gördük orada. Hiçbir destek yok neredeyse.
Işıl Kasapoğlu: Evet tabii, hepsinin konumları birbirine bağlı, yani sosyal ve ekonomik yapı bu. Bunun içinde çabalayan aktörler, yönetmenler, tiyatrocular, dansçılar, festivaller… Bu karmaşa içinde bunu sürdürebilmemiz çok değerli ve kesinlikle sürdüreceğiz de.
Melike Bayık: İstanbul Tiyatro Festivali'nin bu yılki seçkisine yeniden odaklanmak istiyorum; oyunların, dans performanslarının, birçok deneysel projenin seçimi nasıl süreçlere ve nasıl bağlantılara göre ilerliyor? Seçim kriterleri nasıl?
Işıl Kasapoğlu: Yabancı oyunlara baktığımız zaman seçimler hiçbir zaman o yıl için olmuyor, yabancılar genellikle iki-üç yıllık programlar yapıyor. Mesela bazılarını geçen yıl bulmuş oluyoruz, onlar ancak bize bir sonraki festivale yer verebiliyor. Bu çok önemli. Hemen bugün seçelim yarın bizim festivale gelsin diye bir şey olmuyor. Yabancı ekipler gerçekten üç yıllık program ile çalışıyorlar o yüzden bir hatta iki yıl önce karar verilmiş bir oyun anca bu yıl izlenebiliyor. İkincisi de elbette ekonomik durum. Çok büyük dekorları, çok büyük ekipleri getirmek iyice zor oluyor. Orada da festivaldeki arkadaşlarım yani sponsorluk bölümünün, koordinasyonda çalışan insanların çabası çok önemli yani. Karmaşık bir sistem bu, çok çalışma isteyen bir sistem. İlle küratör seçti oldu olmuyor, koca bir İKSV ekibi arkada her konuda çalışıyor. Hepsi bir bütünün özümsenmesi diyebilirim.
Melike Bayık: Aslında küratöryel bir tema olmadığını söylediniz, geçtiğimiz temalarda başvurduğunuz ve bu yıl ancak netleşen bir oyun için temanın altına koymak da çok kolay olmayabilir ama her durumda tiyatro halkın nabzını tutabiliyor. Önceki yıllara istinaden neyi daha farklı ve daha iyi yapma yolunda ilerliyor İstanbul Tiyatro Festivali?
Işıl Kasapoğlu: Daha önceki festivallerin bazılarında halen oynanmakta olan, Türkiye'de yapılmış olan oyunlar yer alıyordu ve görmeyenler gelip festivalde görüyorlardı oyunları. Özel ya da kamuda oynayan birtakım oyunlar festivale girebiliyordu ve festival seyircisi sırf o ay devam edebilmek için o ayda o oyunları gelip izliyordu. İki yıldır öyle bir şey yok. Bundan sonra nasıl olur, arkadaşlarım, meslektaşlarım nasıl ilerletirler bilmiyorum ancak ben her şeyin festivalde ilk olması gerektiği konusunda ısrar ettim. Prömiyerlerin festivalde yapılması ve festivalde o heyecanın yaratılması gerekli. Oyun iyi veya kötü olabilir, bu riskleri almazsak zaten festival yapmamalıyız. Bu riskleri alıyoruz, bu şekilde yerli oyunları ben de küratör olarak ya da bir yönetmek olarak çoğunuzla ilk defa göreceğim. Bu durum beni de heyecanlandırıyor bir tiyatro seyircisi olarak. Yoksa daha önce oynamış, görülmüş olan bir oyunu bir de festivalde seyretmenin heyecanı olmuyor.
Melike Bayık: Günün sonunda otuz dört yıldır devam eden bir festival ve bu yıl 27. yılı kutlanıyor. Bir noktada izleyiciye ilk kez vaat edilen şeyler de olması lazım. Az önce ekonomik süreçteki handikaplardan bahsettik, 5 sene önce izlenmiş bir oyunu bilet fiyatı seyirciye yüksek gelirse ve/veya izlemeyecekse zaten Tiyatro Festivali’nin döngüsünü de bozuluyor. O yüzden yeniye ihtimal vermek, gençlere yönelmek ve olabildiğince deneysel tutmak bu noktada çok anlaşılır. Tiyatronun birbirinden farklı kollarına ulaştınız; tiyatro, oyun, klasik, modern dans… Akademik gelenekten gelmekle beraber, bununla ilgili ben şöyle bir yerdeyim; Türkiye'de yeni deneyimleri, alternatif ve deneysel projeleri anlamlandırmak halk tarafında, çeşitli kurumlar ya da kişiler tarafında çok zor olabiliyor. Yeni oyunlara yer açarken bunların tartışılabilirliğini kolaylaştırmak için forumlar, paneller, söyleşiler düzenliyor musunuz, bununla karşılaşacak mıyız?
Işıl Kasapoğlu: Forumlar, paneller düzenleniyor ama Türkiye'de bir başka sorunumuz bulunuyor. Bu dünyada çalışan ve bu dünyadan para kazanan, yaşayan insanların sayısı henüz çok az. Seksen beş milyonluk ülkede toplam üç-dört bin kişi bale, senfoni, opera, tiyatro yapıyor. Bu çok düşük bir oran. O yüzden yeteri kadar rekabet oluşamıyor. Rekabet oluşamadığı için de o az kitle hem dizide hem tiyatroda oynuyor, hem balede dans ediyor, hem orkestrada keman çalıyor... Hepsi ile birden ancak geçinebiliyorlar. Bunun için haklı, haksız diye bir şey koymuyorum ortaya. Ancak bir yerlere ulaşabilmek için sayıca çok azız. Bu örneği daha önce de vermiştim; Paris'te İş ve İşçi Bulma kurumuna yazılı olan görsel sanatlar alanındaki insan sayısı doksan beş bin. Türkiye'de beş bin bile değil. Bunun arasından sıyrılıp yeni deneylere vakit bile kalmıyor çünkü müthiş bir hızla gidiyoruz, ne bulursak onu yapıyoruz gibi bir hal var ortada. O yüzden salonlarımız da küçülmeye başladı. Bir iki tane dışında salonlarımız artık neredeyse altmış kişiye inmiş küçük salonlarda genç arkadaşların yaptığı tiyatrolara dönüştü. Bunlar mutlaka tiyatronun yanında olması gereken besleyici unsurlar ama o besleyici unsurlar artık ana unsurlar oldu. Tiyatroya gideceğiz dediğimizde altmış kişilik bir salona giriyoruz. Ekonomik ya da başka nedenlerle. Buralardan yeni oyuncuların yetişmesi daha zor tabii ki. Çırak - usta ilişkileri olmadığı sürece o gelişme de daha zor. O yüzden deneysel tiyatrolara çok büyük salonlarda giremiyoruz, hep küçük salonlarda, üç beş kişilik genç arkadaşların çabasıyla gerçekleşiyor, onlar da ne yazık ki sürmüyor.
Melike Bayık: Şöyle bir şey sormak istiyorum; İstanbul Tiyatro Festivali'nin aslında tiyatro oyunları ve dans performansları ile birlikte uluslararası arenadaki katkıları nasıl? Burada gerçekleştirdiğiniz proje ve oyunlar dünya sanat sahnesine nasıl yansıyor?
Işıl Kasapoğlu: Dünya sanat sahnesine başta şu yansıyor; İstanbul Tiyatro Festivali diye bir festival olduğu artık bütün dünyada biliniyor. En önemli şey bu, artık herhangi bir oyunu danışmak için telefon ettiğimiz zaman sorgulamıyorlar. Artık İstanbul Tiyatro Festivali yerli yerinde, kurumsallaşmış bir yapı. Şimdi daha iyi projeler yapıp daha çok aktörü bir araya getirebilecek, daha büyük prodüksiyonlara girmemiz gerekiyor. Yurt dışında tanınıp tanınmamamız en çok aktörlerimize, sanatçılarımıza, yönetmenlerimize bağlı. Yaptığımız oyunlarla yurt dışındaki küçük festivallerde henüz ancak yer alabiliyoruz. Büyük festivallerde yer almamız için biraz daha çaba, prodüksiyon ve özellikle finansman gerekiyor. Hepsini becerebilecek durumda bir Türk tiyatrosu var şu sırada ama bu kaynaklarla bu kadar gidebiliyoruz. Elbette herkes gitmek, duyurmak istiyor ama en azından başta da söylediğim gibi festivalimiz tanınıyor. Festivalimizde bir şey yapsak, ortak bir şey önersek dünyaya kabul edilebilecek gibi. İleride herhalde bizim festivalimizde bunlar da düşünülecektir. Sırf festivalin olan bir prodüksiyon yapılmalı, ama diğer festivallerle de o prodüksiyonu paylaşabilecek şekilde. Baştan itibaren oyunu pazarlayarak, biz bunu yapıyoruz ama İtalya'ya gideceğiz gibi ortak projeler çıkarılması lazım. Umarım önümüzdeki dönem çalışan arkadaşlarım bunu ortaya koyarlar böylece bizim festivalimiz de diğer festivallere katılacak şekilde prodüksiyonlar yakalasın.
Melike Bayık: Sizinle hemfikirim. Birçok tiyatro, dans gösterisi aslında hep söylediğiniz noktada çok daha güçlü ve izleyici çekebilen yapılar taşıyor ama yine tabii ki sahne sanatlarının kurgulanması için hep bütçe gerekiyor. Aslında sıklıkla bunu konuştuk ama şu anki projelerde, yani tiyatro, dans ve bütün alternatif projeler arasındaki ilişkiler genel anlamıyla nasıl? Programın tümüyle yayıldığı süreç içerisinde bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir tiyatro festivali ama içerisinde dans gösterisi de var, bununla ilişkiselliği nasıl gidiyor?
Işıl Kasapoğlu: Eskiden dansı çok ayırıyordum. Tiyatro festivalinde niye dans var diye düşünüyordum. Oysa tiyatroyu kendime bir iş alanı ya da yaşam biçimi olarak kabul ettikten sonra tiyatroda mutlaka bir şey anlatayım isteği oluyor. Anlatmayacaksan, anlatacak bir şeyin yoksa tiyatro yapma derdim. O yüzden içeriğe çok önem verdim diyebilirim, sonra biçimlere geçtim. Birden bire fark ettim ki dans da bir çeşit tiyatro. Dans da müthiş şeyler anlatıyor. Onun kurdurduğu hayalin yine aynı tiyatro etkisiyle mükemmel bir öyküsü var arkada. Hem de herkese başka şeyler anlatabiliyor dans olarak, sessiz olarak ya da sözsüz olarak. Bu nedenle bence artık dans da tiyatronun bir parçası ve tiyatro festivallerinde dansların olması çok doğal diye düşünüyorum.
Melike Bayık: Tiyatronun artık büyük bir kapsam, performans, dans olabilen alternatif, tekil veya çoğul birçok oyunu ve projeyi kapsadığını düşünüyorum. İstanbul Tiyatro Festivali çok güçlü ve devamlılık için sanat dünyamızı tetiklemek adına gerçekten iyi projeler gerçekleştiriyor. Bununla birlikte siz Türkiye’deki güncel tiyatro ve dans eğilimini genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Işıl Kasapoğlu: Hem güncel tiyatro hem dansta gerçekten zorluklar olduğunu düşünüyorum. Bunların ilk adımları ise bu alanda eğitim veren kurumlar. Bütün ülkede neredeyse mecburi olarak tiyatro konservatuarlarları açıldı ama hiç kimse bu üniversitelerin hocalarını düşünmedi. Kimin orada ders vereceği gibi. Bugün Anadolu’nun herhangi bir tiyatro bölümünü bitiren bir genç arkadaşımız üç gün sonra Anadolu'nun başka bir okulunda hiçbir şey yaşamadan hoca olabilir. İyi, kötü diye söylemiyorum ama sistem olarak yürümeyen bir sistem bu. Birçok okulda birçok hocamız var, işlerinde de mutlaka çok iyileri vardır, kimseyi reddetmiyorum ama sistem olarak yürümez. Okullarda hangi deneyimle hocalık yapıyoruz? Deneyimsiz hocalar eğitim verdiği zaman da yeni yetişen nesil için zorluklar çıkıyor. Dört yılda okulu bitiren birisi hemen profesör oluyor. Türkiye'de bu önemli bir sorun. Çok el atılmayan, konuşulmayan bir sorun, hatta el attığımız zaman da utanıyoruz bunları konuşmaya. Kimseyi küçümsemiyoruz elbette, sadece bu işin gerçeğinde başka bir şey olamaz. İnsanlar on, on beş yıl çalışmadan gidip orada hoca olamazlar, olunmuyor. Belki aralarında müthiş yetenekler de vardır, dediğim gibi kimseye bir şey demek istemiyorum ama bunları birinin söylemesi lazım. Birçok okul var ancak ne okuyor bu çocuklar, ne yapıyorlar belli değil. Ancak burada geldikleri zaman tekrar mutfakta pişiyorlar. Çünkü başka yerde gerçekten kendini gösterebilecekleri, oyunculuklarını ilerletebilecekleri başka şeyler, güvenceler de veremiyoruz o insanlara. Hepimiz küçücük bir havuzun içinde büyük balıklar olarak yaşamaya çalışıyoruz.
Melike Bayık: Eğitim sistemindeki büyük problemlerden biri bu alanda (sanat ve kültür alanına) ancak içindeyken deneyim kazanılması ve ancak o şekilde aktarılması. Aksi takdirde tamamen teoride kalıyor. Yani sahneye çıkmadan, hakikaten orada pişmeden zaten çok anlamlandırılabilecek bir sektör değil ürettiğimiz alan. Çok teşekkür ederim, eklemek istedikleriniz var mı?
Işıl Kasapoğlu: Genel anlamda dediğim gibi, Türk tiyatrosuna baktığımız zaman çok yetenekli gençler var ama bu gençlerin büyümesi, gelişmesi için mutlaka usta - çırak ilişkisi lazım. Bunun başka türlüsü dünyada görülmemiş. Okulu bitirdiğinizde kimse size diplomanızı sormayacak. Öğrencilerin yarıştığını görüyorum, dışarıda kimse okulu kaçıncı bitirdiğinizi sormayacak. Ne yaptığınızı, ne oynadığınızı soracaklar. Ne öğrendiğinizi değil onu nasıl uyguladığınızı soracaklar. Bütün mesele o okulda hocaların araladığı kapıları açıp içlerine girip kendinizi o dünyaya bırakmanız, böylece mutlaka istiyorsanız olur. Çok komik gibi gelir ama “sahne tozunu tatmak” gerçektir. Ancak ilerlemeyen her oyuncu geri gidiyor demektir.
Melike Bayık: Katılıyorum size. Işıl Bey çok teşekkür ediyorum bu keyifli röportaj ve açıklayıcı yanıtlarınız için.
Comments