top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Özgültekin

Bizi Birbirimize Bağlayan Ben Değil Miydim?

Geride kalanlar için kayıpların ardından nasıl davranmak gerektiği sıklıkla rahatsız edici bir soru/n olarak karşımıza çıkıyor. Yasımızı yaşamalı mıyız, yoksa hayat devam ediyor mu? Özellikle son dönemde üst üste yaşadığımız felaketler (6 Şubat 2023 Maraş merkezli birçok ili etkileyen deprem, takibindeki süreç ve yaklaşık bir ay sonra deprem bölgesinde gerçekleşen sel) bu açıdan baş edilmesi oldukça zor deneyimler oldu. Depremden coğrafi olarak uzak olan bölgelerde hayat bir şekilde tekrar rayına oturmuş gibi görünse de içten içe bir tedirginlik ve karşılaştığımız her haberde içimizi gıdıklayan o suçluluk duygusundan kurtulabilmiş değiliz.


Mihran Tomasyan tarafından hayata geçirilen “Sen Balık Değilsin Ki” tam da bu duygusal karışıklığa işaret ediyor. Tomasyan performans boyunca içimizde mıh gibi duran anlara biraz cüretkârca, biraz da dostane bir şekilde dokunuyor. İçten içe biliyoruz ki hayat bir şekilde devam ediyor, Hrant’ın, Berkin’in ve Ali İsmail’in acılarıyla yaşamaya devam ediyoruz. Her gün yaralarımıza bir yenisi eklenirken bir yeni isme daha “Sen balık değilsin ki…” diyoruz. Performans oldukça naif bir başlangıcın ardından izleyiciyi geriye dönüp halının altına süpürdüklerimizle yüzleşmek zorunda olduğu bir noktaya itiyor. Bu noktada özellikle seslerin performans içinde tuttuğu özel yere değinmek gerekiyor. Tomasyan performansı boyunca farklı sesler kullanarak tonu oldukça iyi belirliyor ve izleyiciyle iletişiminin bir parçasını bu etmene dayandırıyor. Müzik, şiir ve performans boyunca kullanılan diğer aletlerin sesleri bugün ve geçmiş arasında bir köprü olarak işlev görüyor. Birbirini takip eden seslerin sağladığı akış performansın sözünü güçlendiren en önemli etkenlerden. Zira geçmiş ile bugün arasında kurulan bağlar performansın içinde kaset bantları ile vücut buluyor. Bu kaset bantları birer arşiv, anı ya da yük olarak görülebilir. Performansın başında sanatçının taşıdığını bile bilmediğimiz bu anılar gösterinin sonlarına yaklaşırken izleyiciler arasına dağılıyor, yerde yatan kıyafetin üzerinden geçiyor ve hareketi kısıtlayan bir bariyere dönüşüyor. Sanatçının hareketinin kısıtlandığını, performansı sergileyişinin süreç boyunca ortalığa saçılan malzemeler ve en sonunda bantla birlikte zorlaştığını görmek sahnelenen sıkışmışlığın izleyiciyle de sıçramasını kaçınılmaz hale getiriyor. Git gide daha da zorlaşan bu performansın bir parçası olarak izleyici pasif kaldığı her an özneleşiyor ve sıkışmışlığın bir parçası olduğu gibi sebebi de olmaya başlıyor.



“Sen Balık Değilsin Ki” bu açıdan izleyicinin konumunu ve bireyin izleyici olarak konumlandırılışına dair de soruları içinde barındırıyor. İzleyici bütün sıkışmışlığa, patlayan silah seslerine, yerde yatan “bedene” rağmen gösteri boyunca pasif kalmaya devam ediyor. Durumu değiştirmek için bir şey yapmıyor ve inisiyatif almadığı durum gittikçe daha karmaşık bir hal alıyor. Şüphesiz sanat izleyicisi olmanın, sanatçıya duyulan saygının ve yapılmış bir çeşit sözsüz anlaşmanın bu tavırdaki rolü büyük. Ancak durumu sanat düzleminden çıkartıp “Sen Balık Değilsin Ki” performansına ilhamını veren, büyük balığın küçük balıkları yuttuğu gerçekliğe getirdiğimizde durum farklılaşmaya başlıyor. Küçük balıklar yutulurken kendisini bir özne ya da taraf olmaktan uzak gören, hissizleşmiş ve pasifize edilmiş geniş toplum kesimlerinin yansımasını görüyoruz. Bir yandan da tatsız bir gerçeklikle, bu toplum kesimlerinin bir parçası olduğumuzun farkında varmak zorunda kalıyoruz. Çünkü o bant bizim de elimizde, yerde yatan beden bizim de önümüzde. İzleyici performansın bitiminde ortaya çıkan dağınıklığın hem parçası hem de sebebi oluyor. Rahatsız edici bir hisse ışık tutmakla beraber bu durum rahatsızlık duyulan sorunların çözümü için kişinin değişime kendinden başlaması gerektiğini anlaması için değerli bir deneyim olarak görülebilir.


“Sen Balık Değilsin Ki” didaktik olmadan politik olabilirken çok kişisel bir yerden bir o kadar toplumsal bir söylem geliştirebiliyor. Tomasyan performans boyunca büyük balığın yuttuğu küçük balıkları bize hatırlatıyor. Belki bir çeşit yüzleşme, belki de bir hesaplaşma… Performans boyunca yerde yatak o sahipsiz kıyafetler bize tanıdık gelse de tam olarak adını koyamıyoruz asla. Bir noktada kanıksadığımız o kıyafetlerin kime ait olduğunu bilmemek ise hafızamızın zayıflığından değil hangi kaybımızın daha çok canımızı acıttığını bilemememizden kaynaklanıyor. Performans boyunca kafamızda dönüp duran isimlerin ise bir kerecik olsun daha fazla anılmış olması suların çatlağını bulmasını kolaylaştıracaksa “Sen Balık Değilsin Ki” bir şeyleri gerçekten değiştirebilecek nadir sanat eserlerinden biri olabilir.



168 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page